Tek Kişilik Firar’ın en sevdiğim yanı, Türkiye ortalamasının dikkat çekici düzeyde üzerinde bir kaliteye sahip olması. Üstelik bunu bir fantastik eser olarak başardığını göz önüne alınca daha bir mutlu oluyorum. Eleştirilecek yanları var, ne kusursuz olduğunu ne de dünya çapında bir eser olduğunu söylemeyeceğim. Kesinlikle söyleyebileceğim, Türk fantastik edebiyatında karakteristik bir varoluşun izleri sürülecekse Tek Kişilik Firar’a başvurmak kaçınılmazdır.
Türk fantastik edebiyatının en büyük sorunlarından birinin anlatı stratejisi kavramıyla, yani metnin tüm öğelerinin metnin bütüncül yapısına göre konumlandırılamsı anlayışıyla ilgili olduğunu düşünüyorum. Wayne C. Booth muhteşem bir özetle bu durumu açıklar: “Bu üslupla resmedilmiş olan bu yorum bu yapıya hizmet ediyor mu etmiyor mu?” Ketumluğuyla bilinen bir kadının hissettirilmeden, öylesineymiş gibi ama bir yandan da tam söz edilmesi gerektiği anlaşılan bir yerde anlatıya dahil edilmesi ve öykünün son cümlesinin bu kadının ağzından çıktığı haliyle tam şöyle olması: “Özel hayatımda o kadar da ketum değilmişim, değil mi?”. Tek Kişilik Firar’daki en başarılı öykülerden “Galaktik Tiyatro”nun izleksel bakımdan en açıklayıcı özeti sanırım budur. “Ketum” sözcüğü öykü bittikten sonra okurun zihninde bir süre daha yankılanmayı sürdürür. Önemli olan, bu yankılanma sırasında bir karış açık kalmış ağzını kapatmayı becerdikten sonra okurun keh keh gülmeye başlayacak olması. Strateji dediğim kavram işte böylece bir güzel özetlenmiş oluyor. Okumayı bitirdiğiniz zaman şunu açıkça anlıyorsunuz: Bütün metin, tek tek tüm detayları ve unsurlarıyla beraber, okuma eylemi bittikten sonra okurun üzerinde böyle bir etkinin oluşması “niyetiyle” kurulmuş. Niyet sözcüğünü tırnak içine almamın nedeni de Booth’un kuramında bu niyetlenme durumuna sahip olanın kim olduğunun ve aslında bu niyetlenmenin gayet örtük olsa da vazgeçilemez olduğunun son derece önemli olması. Evet, “Galaktik Tiyatro”, onu okumayı bitiren herkes üzerinde oluşmasını umduğu bir etkinin niyetliliğini taşıyor ama bu niyetliliğe sahip olanın kim olduğu klasik kuramlarca cevaplanacak bir soru değil. Booth ona zımnî yazar diyor –ki aslında bunun “örtük yazar” olarak çevrilmesi muhtemelen çok daha doğru olacaktı- ve bu niyetlilik durumuna da “retorik” ismini veriyor –ki Booth’un anlatı stratejisi kuramı bu sözcüğün çatısı altında toplanmaktadır.
Kitaptaki diğer öykülere baktığımızda “Galaktik Tiyatro”da en sansasyonelini keşfettiğimiz bu retorik etkinin izini sürmeyi sürdürebileceğimizi görüyoruz. Örneğin “Fırıldak”ta “Galaktik Tiyatro”dakiyle pek çok yönden benzeşen bir retorik girişim tespit edebilirken “Miras”ta bu etkinin bilerek azaltıldığı hissine kapılabiliyoruz. Tek sayfalık bir öykü olan “Son Mektup” böyle bir iz sürmenin dışında bırakılabilirmiş gibi görünebilir ama hiç öyle değildir, metin “Leyla” isimli bir insana serzenişte bulunan bir robot üzerinden –benim kıs kıs gülerek algıladığım kadarıyla- “kalp” denen kan pompalama organının üzerine kurulan binlerce yıllık “aşk” geleneğini ve bir bütün halinde ruh metafiziğini tatlı tatlı gıdıklar. Strateji, aslında hiç de öyle yapmıyormuş gibi görünerek bunu gerçekleştirmesi durumunun bir yerlerinde gizlidir. Gizlenmiş bir mesaj, örtük bir izlek, ideolojik bir dürtme değildir konu; strateji metnin bir bütün halinde ele alınıp onun anlamını böylece açıklamaya çalışmaktır. Booth, metnin barındırdığı ideolojinin saf kendiliğiyle, hoş bir ideoloji olup olmamasıyla, okur tarafından benimsenip benimsenmemesiyle ilgilenmektense metnin bu ideolojiden retorik bir başarı çıkartıp çıkartamadığına bakmak gerektiğini söyler. Örneğin “Çelınçbuk”un Black Mirror türünden distopik, eleştirici ve bakıldığında gayet haklı olduğu anlaşılan ideolojisi, onun sağlam bir retorik etkiye oturtulamamış olduğu gerçeğini gölgede bırakmamalıdır. Metin, edebî bir eserdir ve aslında ideolojik, siyasi ya da politik bir metin olsaydı bile onun estetik başarısı ancak edebî yaklaşımlarla açıklanabilirdi. Bir öykünün estetik başarısını soruştururken edebî olandan başka kıstasların devreye sokulmaya çalışılması tamamen geçersiz kalmaya mahkum girişimler olarak kalacaktır. Bence “Çelınçbuk” ya arzu ettiği retorik etkiyi oluşturmayı beceremediğinden ya da becerdiği retorik etkinin çok cılız olmasından (her halükarda ikisinin aynı şey olmadıkları kesin gibidir) Tek Kişilik Firar’ın en düşük puanlı öyküsüdür.
Şüphesiz Tevfik Uyar bu başarılı kitabın yaratıcısıdır. En başarılı ve en başarısız bulduğumuz öykülerin de yaratıcısı odur. Booth’un retorik kuramı bu gerçeği kabul etmemizi engellemez ama hazır konu açılmışken yazarı metninden ayırmanın (kopartıp atmanın mı desek?) en etkili yöntemini nasıl sunduğundan da söz etmek gerekir. Örtük yazar kavramından bahsettim. “Galaktik Tiyatro”nun yazarı Tevfik Uyar’dır. Fakat bunu ancak bir tür referanslama yoluyla, bir tür belgemeyle yani en nihayetinde tarihsel bir yaklaşımla iddia edebiliriz. “Galaktik Tiyatro” metninin sunacağı hiçbir veri bizi bu türden bir bilgiye götürmez. Eğer birileri “bu öykü Tevfik Uyar isimli bir insan tarafından yazılmıştır” dememiş olsaydı, “Galaktik Tiyatro”nun yazarı hakkında ya hiçbir fikrimiz olmayacaktı ya da bazı (güçlü ya da güçsüz) tahminlerimiz olacaktı. Bunun rahatsız edici olduğunu düşünmek de doğru olmayacaktır. Çünkü dünyanın en güçlü ve bugünün edebî kurgu dünyasını temelden yönlendiren metinlerinin çoğunun yazarı bilinmez, muhtemelen asla da bilinmeyecektir. Elbette mitolojilerden, masallardan, halk anlatılarından, destanlardan söz ediyorum. Öte yandan orijinal metinlerine sahip olduklarımızın hepsinin örtük yazarlarının kimliklerini/karakterlerini ve varlıklarını hep biliyorduk ve orijinal metinler korunduğu sürece bilmeye de devam edeceğiz. Çünkü örtük yazar kavramı doğrudan metinle ve doğrudan “işte tam bu metin”le ilgilidir. Teorik olarak her metnin kendine has bir örtük yazarı olduğu kabul edilebilir. O metin her ne yapıyorsa onun eyleyeni olarak varlığını ortaya koyan, metinle ilgili tüm soruları yöneltebileceğimiz ve yine metnin kendisi yoluyla tüm bu sorulara cevap verebilme kabiliyetinde bulunan bir kişidir bu. Bir ölçüde varsayımsaldır ama hayalî değildir; metnin var olduğunu kabul etmek örtük yazarın var olduğunu kabul etmeyi kaçınılmaz kılar. “Galaktik Tiyatro” metniyle, anlatısıyla ilgili sorulabilecek tüm retorik soruları Tevfik Uyar’a sormakla metnin örtük yazarına sormak arasındaki fark şudur: Tevfik Uyar’ın vereceği cevaplar herhangi bir okurun vereceği cevaplardan ancak bir uzmanlık farkıyla ayrılır. Tevfik Uyar’ın –metinle olan yakın ilişkisi dolayısıyla- metnin örtük yazarının ne yaptığı ya da yapmaya çalıştığı hakkında rafine edilmiş, ince ince düşünülmüş, üzerinde kafa yorulmuş bazı çok önemli fikirleri olabileceği göz ardı edilemez. Fakat aynı oranda şu da göz erdı edilemez: İyi bir metin çözümleme uzmanının Tevfik Uyar’ınkilerden çok daha isabetli tespitleri olabilir ve örtük yazarın bazı eylemlerini kesinlikle ondan daha iyi açıklayabilir. Sonuç itibariyle fiziksel yazma eylemi sona erdiği anda yazar kavramının okur kavramıyla arasındaki sınırlar silikleşir (ancak referanslanan bir bilgiyle bu sınıra dair bir varsayım sürdürülebilir), yani yazar da –belki farklı dereceden de olsa- bir okura dönüşür.
Tek Kişilik Firar’ın başarısından ötürü neden Tevfik Uyar’ın elini sıkmak istediğim konusundan başka hiçbir gizem kalmadı sanırım. Bunu yapmak, Uyar’ı bu eserden dolayı kutlamak en doğal hakkımmış gibi geliyor ve bu düşünceye sahip olmam yukarıda anlattıklarımla bir an olsun çelişmiyor. Çünkü kutlamak, birinin elini sıkmak doğrudan doğruya o metinle ilgili bir şey değil. Metin her ne yapıyorsa çoktan yapmış ve bitirmiştir. Onu bir kez ya da birkaç kez okumuş olan ben ondan ne almam gerekiyorsa almışımdır. Ortada ne kutlanacak bir şey vardır ne de tebrik edilecek bir kişi. Kutlamak yerine metni muhtelif zamanlarda tekrar okumak örtük yazara karşı yapabileceğim biricik ilgi gösterimdir (benzer biçimde eleştirmek ya da belki yuhalamak yerine metni bir kenara fırlatmak, kütüphanemden çıkarmak, tekrar okumak zorunda kalırsam da bunu yaparken sıkılmak, öfleyip püflemek örtük yazara karşı kullanabileceğim kozlarım arasındadır). Tevfik Uyar’ın elini sıkıp onu kutlarken aslında şunu yapmış oluyorum:
1
– -İçinde bulunduğu seçilim ortamında (piyasa ya da kanon da denebilir) evrimsel bir başarı gösteren bu metni yazdığı için onu tebrik ediyorum. Bu, diğer yazarların elini sıkmayıp Tevfik Uyar’ın elini sıkmak üzerinden okunması gereken bir davranıştır. Yani yaptığım eylem (onun elini sıkmak) kadar yapmadığım eylem (diğerlerinin elini sıkmamak) da son derece ön plandadır.
2
– -Nihayet Arslan yazarla örtük yazar arasındaki ilişkiyi ebeveyn-çocuk ilişkisine benzetir. Bu bağlamda Tevfik Uyar’ın elini sıkmak, “ne güzel bir çocuk yetiştirmişsiniz” deyip bir anne-babanın elini sıkmaya benzetilebilir. Öte yandan örtük yazar, yazarın bir olasılık düzeyidir. Fiziksel yaşantı içerisinde ya da o metnin dışında yazarın asla benimsemeyeceği, benimsemek istemeyeceği, belki ulaşamayacağı bir ideolojik, bilinçsel ya da psikolojik düzeyde var olan örtük yazarın tüm varoluşsal sınırları yazarın varoluşsal sınırları tarafından kapsanır. Bu bir evrensel küme-altküme ilişkisine de benzer. O halde yazarı tebrik ederken onun kendi olasılıklarını ve bu olasılıkların farkında oluşunu tebrik ederiz.
Yazarı tebrik etmek en nihayetinde, edebî bir yaklaşımla, yarattığı örtük yazar için onu tebrik etmektir. Bu bağlamda “Galaktik Tiyatro” için onu tebrik ederken “Çelınçbuk” için yapacağımız eleştirileri de ona yöneltebiliriz. Fakat tek şart, bu tebrik ve eleştirinin yalnızca bu bağlamla sınırlı kalmasıdır. Yani her ikisi de verilmiş bir yargı üzerinden gerçekleştirilir: “Galaktik Tiyatro”nun başarılı, “Çelınçbuk”un başarısız bulunan örtük yazarı hakkında –açıkça görüleceği üzere- yargımızı çoktan vermişizdir. Yargının oluşmasında doğrudan etkili olduğu için örtük yazarın eyleyenliğine, niyetliliğine, retorik varlığına yönelmek, yazara yönelmekten açıkça çok daha mantıklı ve daha önemlidir. Öte yandan bir öykünün başarısını ya da başarısızlığını o öykünün yazarıyla konuşmak, öykü hakkında kendi düşüncelerimizi yazarın düşünceleriyle karşılaştırmaktan ibarettir.
Tek Kişilik Firar’ın Türk fantastik edebiyatındaki yukarıda sözünü ettiğim önemli konumunu şimdi bir daha ele alırsam ne söyleyebilirim? Öncelikle Türk fantastik edebiyatında nihayet elle tutulur bir retorik etki başarısının bu eser sayesinde harikulade bir gözlem noktasına kavuştuğunu söylemem gerekir. “Çelınçbuk” özelinde bu etkinin zayıflığını eleştirip durdum ama bu gevezeliğin en büyük nedeninin, “Çelınçbuk”un on iki öykü arasında –belki de- en başarısız öykü olmasından ileri geldiği göz önüne alınmalıdır. Halbuki o bence “kötü” olarak nitelendirilecek bir öykü bile değil, on iki öykünün dışına çıkıp genel içerisinde ele aldığım zaman hiç şüphe etmeden ona “iyi” diyebilirim. “Çelınçbuk”la ilgili sorun, kitaptaki diğer öykülerde neredeyse esamisi okunmayan bir “örtük yazar-örtük okur iletişimsizliği”. Örtük yazarın öykü boyunca anlattığı şeyleri, anlatış biçimini, anlatıcısına ve karakterlerine atfettiği dili ve diğer bazı detayları neden, hangi amaçla, ne niyetle metne işlediğini, yani karşısına aldığı örnek okura neden bu yollar, patikalar arasında (neden başka yollar ve patikalar arasında değil de bunlar arasında) rehberlik ettiğini anlayabilmek kolay olmuyor. En kolay çıkarım, bazı patikalara boş yere, gerek olmadığı halde girip çıktığını düşünmek. Yani sanki metinde hiç olmasa yoklukları hissedilmeyecek (aynı retorik etkiyi yaratacak) bölümler, kısımlar, detaylar varmış gibi. Eğer “Çelınçbuk” üzerine bir retorik incelemesi yaparsam daha fazla detaya girebilirim ama şimdilik uzatmayacağım. Tüm bunların yanında “Çelınçbuk”un hiç de itici bir metin olmadığı, bir öyküden ya da edebî anlatıdan beklenecek pek çok şeyi hakkıyla bünyesinde barındırdığı rahatlıkla söylenebilir. Diğer on bir öykü için genelde bundan görece daha iyi şeyler söylenecektir. Sonuç itibariyle ortaya çıkan öykü kitabı için, anlatı stratejileriyle Türk fantastik edebiyatını bir güzel buluşturabildiği müjdesi verilebilir.
Başarılı bir anlatı stratejisi, metni metinle sınırlayarak bakmayı zorunlu kılar. Bir anlatının anlam evrenini kat ederken tamamen savunmasız olan okur içten içe daima baştan çıkarılmayı arzularken, bunu sağlamak için metne örtük yazarın beceremediği durumlarda destek olması gerektiğini hissederse büyü bozulur. İşini doğru yapmayan örtük yazarın açıklarının okur tarafından kapatılması gerekiyorsa ortaya ideolojik bir süreç çıkacaktır. Modernizmin en cafcaflı zamanlarında edebiyatı hapsetmeye çalıştığı küçücük sığ çukuru benimseyen okur haricinde –ki günden güne hacmen hızla küçülmekte olan bir gruptur bu- hiçkimsenin kalkışmayacağı, kalkışmak istemeyeceği, kalkışmasına da hiç gerek olmayan bir eylemdir bu. Okurun metinle gireceği işbirliğinin ancak metnin sınırları içerisinde kalacaksa bir anlam kazanacağı, okurun doldurması gereken boşlukların örtük yazarın beceriksizliğinin değil becerisinin eseri olması gerektiği hiçbir edebiyat kuramına başvurmadan ulaşılabilecek en saf sonuçtur –neyse ki en toplumcugerçekçi kuramcılar bile artık bunun gayet farkındadırlar. Türk edebiyatının en olgun evresinin başat özelliği olan bu sığ modernist çukur, siyasi/ideolojik dönem sonlandıktan sonra da edebiyatımıza derin izler bırakmıştır. Elbette başka nedenler de var, Türk edebiyatı kanonunun, edebiyatı (genel olarak sanatı) sürekli bir şeylere alet etme, onu bir araç olarak kullanma anlayışı üzerine çok daha detaylı tespitler yapılabilir. Fakat metin metindir ve Derrida’nın dediği gibi “metin dışı hiçbir şey yoktur”. İşte Tek Kişilik Firar en çok bu yüzden, metnin zaten sahip olduğundan, içine işlendiğinden, omuzlarına yüklendiğinden daha fazlasını ondan talep etmeyen, edilmesini olanaksız kılan, edebiyatı nihayet edebiyata, fantastik olanı fantastiğe gönderen metinleri ortaya çıkarmasından ötürü son derece önemlidir. Bunu yaparken estetik düzeyi yüksek öyküler sunmuş olmasından dolayı da başarılıdır (bence bu az önce söylediğim özelliklerinden de daha önemlidir). “Galaktik Tiyatro”nun örtük yazarı, finalde açığa çıkan tüm o muzipliğiyle Türk fantastik edebiyatı için yepyeni bir soluktur.
Doç. Dr. Mert Korhan Kayacılar – ODTÜ Fizik Mühendisliği Bölümü
Bilimkurgu okumayı severim ama genelde bilimkurgu öykülerinin “bilim” kısmı hep fantastiğe kayar. Çoğu bilimkurgu yazarı fantastik etkiyi bilim üzerinden yaptığı kurgusal spekülasyonlarla gerçekleştirir. Tek Kişilik Firar’daki öykülerin yazarı bu yola çok az başvurmuş. Bu öykülerdeki bilim canlı kanlı bir gerçeklik. Fiziksel evrende neyse öykülerde de aynen o. Üzerinde hiçbir spekülasyon yapılmamış ve neredeyse hiç oynanmamış. Teknolojik olarak bugünün ilerisindeki bir zamanı konu edindiğinde bile bu teknolojinin bilimsel temelini başarıyla yansıtmış. Bir bilim insanı öykü yazmaya karar verseydi ancak bu kadar gerçekçi olabilirdi.
Gülbahar Yazgı Candaroğlu – Avukat
Kitaptaki “Minibüs Klonu” öyküsünde açık ve gizli olarak yapılan ithamlar dolayısıyla müvekkilim İstanbul Sarı Minibüsçüler Derneği adına sayın Tevfik Uyar’dan davacı olduk. Müvekkilim olan derneğin temsil ettiği insanların içinde bulundukları hayat koşturmacası, İstanbul trafiği gibi devasa bir sorunun ta kendisinden kaynaklanmaktayken bu devasa sorunun nedeni olarak bu insanların işaret edilmesi açıkça aymazlıktır ve büyük bir haksızlıktır. Bugün derhâl bütün sarı minibüsleri İstanbul trafiğinden kaldıracak olsanız şunu kesin olarak görürsünüz: Trafik derdi zerre kadar azalmaz. İnsanların genel idrakine yerleştirilmiş olan bu algı dernek üyesi emekçilere zarar verdiği kadar onların sunduğu hizemetten faydalanan milyonlarca İstanbullu’ya da zarar vermektedir. Dolayısıyla bu algılama operasyonunun durdurulması gerekmektedir. Müvekkilim olan derneğin saygıdeğer yöneticileri bu mücadeleyi her platformda sürdürmeye azimli olduklarını, bu öyküyü kaleme alan kişi ya da kişilerle işe başlamanın en hayırlısı olacağını duyurmaktadırlar.