Witcher dizisi çıkmadan evvel acaba kitapları okusam nasıl olurdu diye düşündüm. fantastikedebiyat.com’da karşılaştırmalı incelemeler diye tuhaf ve eğlenceli bir konsept vardı, okuyanlar bilir. Diziler ve kitapların anlattıkları hikâyeleri kıyaslamanın daha çok eğlenceye dönük bir olduğunu düşünüyorum. Bu türden incelemelere bir nokta koyup bundan sonra her yapıtı kendi içerisinde olumlu ve olumsuz yönleriyle değerlendirmeye çalışacağım. Witcher Son Dilek’i sıkılmadan okuduğumu söyleyebilirim. Fakat bir okur olarak tanıtımdaki “İngiltere için Tolkien, Amerika için George R. R. Martin neyse Doğu Avrupa için Sapkowski odur.” cümlesine hala temkinle yaklaşıyorum.
Bu yazıyı yazmak pek kolay olmadı, size yer yer olumsuz eleştirilerin bir derlemesiymiş gibi gelebilir bense olabildiğince tarafsız kalmaya çalıştım. Yine de buna bir inceleme demek yerine göze batan ayrıntıların toplandığı bir yazı derseniz hiçbir itirazım olmayacaktır. Kitabı bin bir emekle çeviren Regaip Minareci’ye, önsözde ismi geçen çevirmen Mehmet İhsan Tatari’ye ve Witcher severlere saygılarımı sunarım.
On üçüncü sayfada başlayanWitcher öyküsünü kitabın kartviziti kabul edebiliriz. Witcher’ı okurken sonuna kadar büyük keyif aldım. Fakat bitirdiğimde ne hissetmem gerektiğini tam olarak bilmiyordum. Bunun sebebini birazdan açıklamaya çalışacağım.
Geralt’ın bir krallığa gelmesinden evvel öyküye konu olan insanların yıllar içerisinde yaşadıkları korkunç olaylar düzgün ve makul bir şekilde aktarılmıştı. Soylular ve sıradan insanların hayatlarının bir çıkmaza girmesinden ötürü kendisinden öncekilere hiç benzemeyen bir maceraperestin işi ele alması kulağa klasik ve eğlenceli geliyordu. Geralt’a karşı ilgisizmiş gibi davranan insanların aslında bir canavar avcısının yardımına muhtaç oldukları satır aralarını okurken fark etmiştim. Diğer yandan öykünün kahramanının çıkar çatışmalarının ortasında kendisini düşünmek zorunda kalmasını gayet iyi anlayabiliyordum ki Geralt iyi bir canavar avcısı olduğu kadar pazarlık konusunda da son derece kurnaz davranıyordu. Gri tonlar öykünün gerçekçiliğini daha da artırmıştı. Diyalogları da eğlenceli bulduğum için ne kadar kıl bir adam olsam da bir sefer de bir şeylere kulp takmamam gerektiğini düşündüm. Fakat son sayfalarda bir şeyler beni rahatsız etmeye başladı.
Öykümüz vereceği mesajı ve hissettirmesi gereken duyguları sona saklayan türden öyküler kadar durgun değildi. Diğer taraftan kırk elli sayfanın içerisinde güzel bir macerayı yaşatan öyküler kadar hızlı bulmamıştım. Son Dilek kitabındaki öykülerin genelinde bir hız istikrarsızlığı var. Açıkçası bunun bir eksik olup olmadığından da emin değilim. Çünkü öykülerdeki ilerleyişin illaki belli bir kalıba uyması gerekmiyor. Fakat bir okur olarak öykülerin içerisindeki bazı sayfaları keyifle okurken bazı sayfaların çok yavan bir tat bıraktığından emin oldum.
Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler, Güzel ve Çirkin gibi eski çocuk masallarının tekrardan ısıtılarak okuyucuya yedirilmeye çalışılmasını özgün bulmayanlar elbette çıkacaktır. Tipik detaylar fazla göze sokulmadan halk masallarından yararlanılmasına karşı değilim. Cüceleri sayısına kadar tarif etmek ya da söz konusu aynanın ne işe yaradığını anlatmaya çalışmak, benim bu öyküde olması gerektiğini düşündüğüm detaylar değil. Gariptir ki kitaptaki bu türden öyküleri diğerlerine kıyasla hem daha fazla eleştirmek istedim hem de garip bir şekilde daha fazla beğendim.
Witcher oyunlarını oynamış kimseler ya da kapaktan etkilenmiş olan okurlar bu kitabı okurken neler düşünür bilemiyorum. Belki biraz hayal kırıklığı meydana gelebilir. Gri, siyah ya da beyaz olması fark etmez; sırtında çift kılıç taşıyan, dev yaratıklarla mücadeleye giren bir kahramanın maceralarının sosyal hayattaki birtakım problemlerle fazla içli dışlı tutulması bir enstrümanı sanki amacı dışında kullanmaya benziyor. Video oyunları canavarlarla dolu ve aksiyon odaklıydı. Kitap kapakları da bu havayı yansıtıyordu Eserin ise içeriği pek de öyle gözükmüyor.
Canavarların sayısı hızla azaldığı için işsiz kalan bir kahraman adına üzülmeli miyiz yoksa bu durumu sadece kara mizah olarak mı değerlendirmeliyiz? Geralt başka bir öyküde, bazı büyücüler tarafından, insanlar gibi eşit yaşama hakkına sahip canlı türlerini yok eden bir çevre katili görülüyor. Peki bu öyküleri okurken böyle bir karakter hakkında biz neler düşünmeliyiz? Canavar kavramının Witcher evreninde net bir tanımının olmaması ortaya gri karakterler çıkmasından çok soru işaretlerini karşımıza çıkartıyor. Çünkü bu evrendeki canavar denilen her şey canavar değil, bazıları ekosistemin bir parçası ve besin zincirinde insandan daha yukarda yer aldığı izlenimini uyandırıyor. Witcherlar ise canavar avlamalarına rağmen insanlar tarafından kahramanmış gibi görülmüyorlar. Geralt bir yerde itibar görürken bir yerde dışlanabiliyor fakat genel olarak insanlar tarafından sevilmiyor. Bu durumun Witcherların kendi kültürlerinden kaynaklandığına işaret ediliyor. Küçük yaşta sahipsiz kalmış ya da kaçırılmış çocukların acımasız bir eğitimden geçmesi sonucunda çok azının sağ kalarak bir savaşçıya dönüştürülmesi düşüncesi elbette sıradan insanların hoşuna gitmiyor. Aynı zamanda ona muhtaç oldukları gerçeğini değiştirmiyor. Bu detaylar Geralt’ı klasik kahramanlardan epey uzaklaştırıyor.
Tahminimce Son Dilek’in öykülerindeki üslup karmaşası ve karakterin gri olmasıyla pek kolay açıklanamayacak ikilemleri okuyucuya yaşaması gereken hisleri düzgün bir şekilde yaşatmıyor, eldeki malzemenin değerinden daha düşük bir ürün çıkmasına sebep oluyor. Kimileri bu detayları yazarın soğuk bir kişiliğe sahip olmasıyla açıklamaya çalışmış. Takdiri sizlere bırakıyorum, devam edersem sonraki Witcher incelemelerinde görüşürüz.