Bir fantastik kurgunun kendi türünün en başarılı örneklerinden biri olabilmesi için en az bir konuda iddialı olması gerektiğini düşünenlerdenim. Fantastik kurgu okuyucuları Yerdeniz’in terapi gibi gelen uzun edebî tasvir cümlelerini, Yüzüklerin Efendisi’nin canlı bir evrene sahip olabilmek için tüm detayları ince bir şekilde işlemesini, Zaman Çarkı’nın kültürel motifleri mümkün olduğunca detaylandırmasını, Amber Yıllıkları’ndaki serbest ve sınırsız hayal gücünü, Harry Potter’ın serüvenlerle dolu rengarenk dünyasını bilirler. Centilmen Piç Serisi, Locke Lamora’nın yalanları isimli ilk kitabının tarzını sonraki iki macerada koruyor olsaydı belki de bugün ismini yukardaki örneklerin arasında anıyor olurdum.
Patrichk Rothfuss’in yazdığı önsözde Lock Lamora’nın Yalanları’nın, Rüzgârın Adı ile benzerlikleri olduğunu anlıyoruz. Biraz içerik vermek durumunda kalacağım için şimdiden sizleri uyarmak durumundayım. Kvothe ve Locke’un çocukluğunu yaşayamamaları ikisinin de sokaklarda büyüyüp hayatta kalmak için hırsızlık yapmaları en önemli ortak özellikleri olabilir. Karakterlerin başından geçen olayları okurken şans ve şanssızlığın en uç noktalarına doğru gitmemiz de kurgusal açıdan iki kitabın birbirine benzediğini gösteriyor. Ayrıca iki kitapta da sıkça geçmişe dönüldüğünü görüyoruz. Bu benzerlikler daha da çoğaltılabilir fakat asıl önemli detayı ıskalamamamız gerekiyor. Kral Katili Güncesi’nin iki kitabı boyunca Kvothe’un bir türlü belini doğrultamadığını, maceradan maceraya sürüklendiğini okurken bir yandan da her an bir şeylerin ters gidebileceğine dair bir gerilim hissi yaşıyorduk. Locke Lamora’nın Yalanları kitabında da benzer bir durum söz konusuydu. Locke’un planları her an bozulabiliyor, bazen gerçek hayattaki gibi farklı çözümler üretip bunları tek tek denemek zorunda kalıyor bazen de doğaçlama hareket etmek zorunda kalıyordu. Bana göre yukarda anlattıklarımı kısaca yoğun bir serüven diye özetleyebiliriz. Sonraki iki kitapta bu havanın kaybolduğunu düşünüyorum. Bana kalırsa tüm problem ilk kitaptaki kadar sağlam bir olaylar zinciri kurulamamasından kaynaklanıyor. Meselenin kitaplarda kadınlardan daha fazla bahsedilmesiyle ya da yazarın olgunlaşmasıyla alakası olduğunu düşünmüyorum.
Locke Lamora’nın yalanları kitabındaki gri karakterlerin birbirleri arasındaki mücadeleyi Karayip Korsanları filmlerinin senaryosundaki karakterlerin mücadelesine benzetebiliriz. Elbette bu tarz mücadelelerin içerisinde iyiliğe dolaylı yoldan hizmet eden asıl kahramanlar kendilerini bir şekilde belli ediyorlar. Bu serüven tarzı birçok insanın hoşuna gidiyor. Sonraki iki kitapta ne değişti sorusuna yukarıdaki paragrafta yanıt vermiştim. Bu tarz romanlarda olaylar zincirinin daha güçlü bir şekilde kurulabilmesi için daha fazla aksiliğe, daha fazla kuşkuya, daha fazla gerilime yer verilmesi gerektirmektedir. Bunun yanında yazarın kurgunun tek bir cümlede özetlenebilen çekirdek kısmına sadık kalması ve olayları bu çekirdeğin etrafına dokuması bir zorunluluktur. Çünkü okuyucu oyalanmaktan hoşlanmaz.
Kızıl Gökler Altında Kızıl Denizler ve Hırsızlar Cumhuriyeti adındaki iki macera isimleri kadar etkileyici bir içeriğe sahip değil. Bana kalırsa denizcilik ve tiyatro yan konular olarak kalıp bize asıl hikâyeyi yaşatmalıydı. Ayak takımından insanların arasında geçen küfürlü sohbetler ve cinselliğe daha fazla yer verilmesi daha yüksek beklentiye sahip okurlar için maalesef çıtayı yükseltmeye yetmeyecektir. Kral Katili Güncesi’nde ya da buna benzer birçok hikâyede kahramanın belli bir hedefinin olduğu okuyucunun gözüne sokulmasa da belirgin bir şekilde hissettiriliyor. Bu hem yazarı hem de okuyucuyu motive etmeye yarıyor. Daha fazla macera tek bir amaç için yaşanıyor. Peki Locke Lamora’nın maceralarını neden okumamız gerekli? Bir okur olarak bu soruya net bir yanıt veremiyorum.
Centilmen Piç Serisi’nin piyasadaki birçok fantastik kurgudan daha kaliteli bir seri olduğu doğrudur. Anlatımından ve diyaloglarından büyük keyif alabilirsiniz. Belki tüm seriyi fazlasıyla eğlenerek okuyabilirsiniz. Nihai takdir okuyucuya aittir.